Ve kara göründü… Sabah 06:00 civarı çoktan uyanmıştım. Açık deniz havası insanı dinç tutmakta ve bol oksijen kısa uykuları son derece verimli kılmakta. GPS’i kontrol edince İtalya kıyılarına yaklaştığımızı ve rotamızı 136 dereceye çevirdiğimizi görüyordum. Kıyıya yaklaştığımız için artık daha çok sayıda tanker, balıkçı tekneleri ve yolcu gemileri görmeye başlıyoruz.
Saat 17:00 civarı üçüncü günümüzde ilk defa kara görünüyor. Gerçekten heyecan verici bir olay. Şimdi daha iyi anlıyordum gemicilerin kara gördüklerinde neden öyle heyecan ve sevinç içinde olduklarını. Fakat gördüğümüz görüntü benim için hiç hoş ve güzel değildi. Organik kimyasal ürünlerin üretildiği rafinerinin deniz kıyısındaki bol dumanlı ve kirli görüntüsü neredeyse tüm keyfimi kaçıracaktı. Bu güzel denizlerin tadını çıkarmamıza sebep olan yelkenli tekneyi de; doğayı, atmosferi, denizi, çevreyi kirleten ve yaşanmaz hale çeviren rafineri, santral, fabrikaları yapanlar da insanlar.
Karaya çıktığımıza göre biraz gezmek hakkımızdır diye düşünüyoruz. Marinanın yakınlarındaki bir duraktan otobüse biniyoruz ve iskelenin yakınlarında otobüsten iniyoruz. Buradan merdivenleri inerek küçük bir iskeleye varıyoruz. Buradan kalkan teknelerle küçük bir ücret karşılığı karşı kıyıya geçiyoruz. Bu ufak yolculuk sırasında bir yanda marina anıtı ve diğer yanda ise savaş gemilerinin bulunduğu limanı izliyoruz. Bu arada tüm yol boyunca bimini yokluğundan güneş gözlüğümü çıkarmadığım için akşamüstü tam bir panda görüntüsü sergileyerek insanlar arasında baya dikkat çektiğimi fark ediyorum.
İtalya’da insanlar hem görüntü hem de yaşam tarzı olarak biz Türklere inanılmaz benzemekte. Merkezdeki sokaklara girince dikkatimi ilk çeken şey Çeşme’ye feribot bileti satan acentelerin çokluğu oluyor. Çoğunlukla Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden Türkiye’ye araçlarıyla yolculuk eden Türkler yaz aylarında yoğun olarak buradan yolcu gemileri ile Çeşme’ye gitmekte. Sokaklarda bir çok insan dolaşmakta. Her yer ünlü İtalyan dondurması (Gelato) satan dükkanlarla dolu. Burada dikkatimi çeken olay ise bakkalların önünde duran masalar. Bakkalları tıpkı bir kafeterya gibi kullanmak mümkün burada. Masalardan birine oturuyoruz ve keyif biramızı yudumluyoruz.
Saat 21:45 civarı tren istasyonunun karşısındaki durakta marinaya dönmek için otobüs bekliyoruz. Yaklaşık yarım saat otobüs bekledikten sonra öğreniyoruz ki buradan geçen otobüs saat 20:00’den sonra rotasını değiştirmekte ve arka sokaktan geçmekteymiş. Tekrar yer değiştirip diğer durakta otobüs beklemeye başlıyoruz. Ortalık ıssız ve sakin. Bizden başka birkaç kişi daha var otobüs bekleyen. Otobüs geldiğinde şoföre inatla marinada ineceğimizi anlatmaya çalışıyoruz. Fakat kendisi bunun olmayacağını bize söylemekte ısrar ediyor. Marinadan gelirken bindiğimiz otobüsle aynı numara fakat şoför inatla “No marina, no marina” şeklinde cevaplar vermekte. Tabii arada bol bol ne anlama geldiğini bilmediğimiz İtalyanca sözler sarf etmekte. Otobüste sadece 4 kişiyiz ve bizden başka İngilizce bilen de yok. Şansımıza birkaç durak sonra otobüse binen bir kız az da olsa İngilizce biliyormuş ve bize yardımcı oluyor. Ondan sonra anlıyoruz ki sevgili şoförümüz bizim “Maria” isimli bir arkadaşımıza gittiğimizi sanmaktaymış ve Maria’yı tanımadığını anlatmaya çabalıyormuş. Bu durum otobüste bolca kahkahaya sebep oldu tabii ki. Derdimizi anlattıktan sonra anlıyoruz ki otobüs marinanın pek yakınından geçmiyormuş. Fakat yine ilginç bir olay oluyor ve belediye otobüsü yolunu değiştirip gülüşmeler eşliğinde bizi marinanın kapısına kadar bırakıyor. Buna en az bizim kadar marina kapısındaki güvenlik de şaşırıyor.
adriyatik-3-gun makalesinde Aragonese Kalesi İtalya’nın doğu Brindisi tarafında değil, batıdaki Napoli tarafında ve Napoli’nin tam karşısındadır.
Düzeltme için teşekkür ederim. Brindisi’de bulunan kalenin adını not aldığımda bu şekilde yazmışım. Tekrar kontrol ettim, haritalarda Aragonese Castle – Castello Alfonsino di Brindisi olarak geçiyor. İsim benzerliği olabilir. Aragonese Kalesi