Porodica Bistrih Potoka, 35 yıldır doğanın kucağında Rudnik dağının eteğinde bulunan 100 yıllık bir köy evinde yaşanan hayat. Tekil anarşiyi yol olarak benimsemiş bir yazar. Şehrin teknolojisinden, medeniyetin dikte ettiği tüketim ve yaşam biçiminden çok uzakta bir hayat şekli.
Tüm karmaşadan ve parasal sistemden uzaklaşarak başladığı hayata dileyen herkesi güler yüz ve sıcak bir kalp ile kabul ediyor.
Hemen hemen her ihtiyacını doğadan karşılıyor. Küçük sayılabilecek bahçede yetiştirilmiş sebzeler, ev yapımı turşu, salça ve içkiler kış için depoda tutuluyor. Yakılacak odunların büyük kısmı günlük ihtiyaç kadar ormandan toplanıp kesiliyor. Kullanma suyu evin hemen karşısında akan dereden, içme suyu ise bir km ötede bulunan küçük bir kaynaktan alınıyor.
Kimyasal temizlik burada yer almıyor. Sadece sebze pişen kapların temizliğinde deterjan kullanmak bana da pek mantıklı gelmiyor.
3 şeyin yasak olduğunu söylüyor Boshko;
1) Et
2) Uyuşturucu
3) Agresif Tavır
Protein ihtiyacı yumurta, süt, yoğurt, peynir gibi hayvansal ürünlerden karşılanıyor. Vejetaryen olmadığını fakat hayvanların gıda amaçlı öldürülmesine karşı olduğunu söylüyor.
Yemek, odun kesmek, bulaşık gibi günlük rutin işleri mümkün olduğunca hızlı halledip düşünmeye, konuşmaya ve yaratım sürecine daha çok vakit ayırmayı tercih ediyor.
Evdeki birkaç kaşık, tencere haricinde herşey ahşaptan yapılmış. Her eşyanın bir tarihi mevcut. Üstünde yazı yazdığım masa yaklaşık 70-80 yıllık. Ailesi evlendiğinde babası yapmış.
Küçük ahşap bir sandalye var. 100 yaşında. Bir sergide yanında yeni yapılmış bir sandalye ile birlikte kullanmış eski ve yeniyi göstermek için.
Evin kendisi 100 yaşında.
2 adet kova var kullanma suyu taşıdığımız. Nestor’un dediğine göre 35 yıldır aynı kovalar kullanılıyormuş.
Gençlik dönemlerinde ailesi ile birlikte burada yaşarken hiç para kullanmadıklarını anlatıyor Boshko. Inekleri, tavukları ve bahçesi sayesinde her ihtiyaçlarını karşıladıklarını, ekmeklerini kendilerinin yaptıklarını, giysilerini eşinin diktiğini büyük bir heyecan, mutluluk ve gururla anlatıyor.
Yaşı ilerledikçe hayvanlara bakmak zorlaştığı için artık sadece “tiyatro” isimli bir kediyle birlikte yaşıyor.
Çocukları büyüyüp kendi hayatlarını kurunca şehre taşınmışlar. Doğanın içinde yaşam zorlukları ortaya çıktıkça eşi de şehre taşınmak istemiş ve ayrılık kaçınılmaz olmuş.
Şehirde bir hayatı düşünmüyor asla. “Ben buraya aidim, burada var olabilirim ancak” diyor.
Uzun süredir yalnız başına devam ediyor hayatına. Zaman zaman zorlandığını, üzüntüler yaşadığını ifade etse de “Bu benim hayatım, yaşam felsefem” diyerek her hissi kabulleniyor.
Yaratım sürecinin doğanın bir parçası olduğunu ve ancak birey olarak doğaya dönerek yaratım sürecini en yüksek düzeyde yaşayabilmesinin mümkün olduğunu söylüyor.
Gençlik döneminde şiir yazarak başlamış yazım hayatına. Kısa bir süre içinde yazmaya ve okumaya 10 yıllık bir ara vermiş.
Edebiyat ve sanat ağırlıklı bir gazetede haftalık köşe yazıları yazıyor. Zaman zaman yazdığı kitaplar basılıyor. Belgrad’ta sergi açıyor, tiyatro oyunları sergiliyor.
Her yaz burada geniş katılımlı bir festival düzenleniyor. Doğanın içinde, gücünü doğadan alan yaratımların sergilendiği, sahnelendiği bir festival. Çok önemli oyuncular, yazarlar ile birlikte yüz kişiden fazlası bir araya gelerek gerçek anlamda bir paylaşım yaşanıyor.
Dağdan gelen suyu değil de taşıma, temizleme, bakım vs. için alınan bir ücret ama yüksek geliyor. Yoksa dereden su aldınız veya dağdan kaynağından getirdiğiniz de bir ücreti yok 🙂 tabi bunu şehrin göbeğinde sağlamak biraz zor, hele ki çeşmeyi açınca gelen su gibi kolaylıklara alışmış insanların dereden kovayla su çekmesi büyük angarya olarak gelecektir 🙂
Bizde o kaynak suyu için İSKİ’ye para ödemek zorundasın. Turkiye’de maalesef böyle bir ekosistem kurmak mümkün değil.
Bunu bilmiyordum. Dağdan gelen suyu da mı sahipleniyorlar… Fenaymış.
tam aradığım bir hayat. bende uzun süredir böyle bir hayatı hayal ediyorken birilerinin bunu yaptığını görmek ve hatta yıllardır aynı şekilde yaşayabildiğini görmek beni heyecanlandırdı.