2006 yılında Nezih bey uzun zamandır kurduğu hayalini gerçekleştirmek adına hep birlikte gittiğimiz İstanbul tekne fuarında siparişini vermişti. Fuarda Bavaria 37 Cruiser yelkenli teknenin siparişini verdi. 15-20 Temmuz 2006 tarihleri arasında Slovenya’nın Izola kentindeki marinadan teslim edilecekti yelkenli.
Geriye teknenin İzmir’e nasıl getirileceği sorununu çözmek kalıyordu. Düşünüldü taşınıldı ve sonuç olarak kaptan Uli, ben ve kuzenim Baran birlikte Izola’ya gidip tekneyi teslim almamız kararlaştırıldı. Uli Alman asıllı, Çeşme’de yaşayan aslında psikolog olan fakat denizle ilgili ve daha önce de aynı rotadan birçok kez tekne getirmiş bir kaptandı. Ben ise İzmir körfezinde bir yaz boyunca aldığım yelken dersleri sonunda kendine güveni artmış, “neden olmasın” diye düşünen biriydim. Sanırım aramızda en büyük maceraperest Baran olmalıydı. Daha önce hiçbir yelkenli ile tecrübesi olmayan kuzenim ilk defa bu kadar uzağa gidecek ve ilk defa bu kadar uzun süre denizde kalacaktı.
Nezih Bey’in uçak korkusu sebebiyle gelemeyecek olması pek hoşuna gitmiyor olmalıydı. Biz uçakla Slovenya’ya giderken Nezih bey, teyzem Zübeyde ve ufak kuzenim Günce ile birlikte deniz yoluyla Çeşme’den Atina’ya ve oradan da Kerkyra adasına gideceklerdi. Biz 3 kişi tekneyi hazırlayıp denize açılacak, Kerkyra adasında bizimkilerle buluşacak ve geri kalan yolculuğu hep birlikte tamamlayacaktık. Planımız kusursuz ve basit görünüyordu.
Bu basit plan sonrası rotamızı kararlaştırmak üzere toplandık. Uli daha önceden deneyimli olduğu için bize yolculukla ilgili genel bilgileri verdi. Rota konusunda hemfikirdik. Izola – Brindisi – Kerkyra – Korint ve kanal çıkışından sonra Kea adasının batısından kuzeye yönelip Çeşme’ye varacaktık. Belki yol üstünde birkaç Yunan adasına uğrayabiliriz diye düşündük.
Bütün bu görüşmeler sonrası uzun bir bekleyiş başlamıştı. Teknenin siparişi verilmiş, rotamız belirlenmişti. Tam da bütün olan bitenler unutulmak üzereyken Alsancak’ta bulunan Sardunya Bar’da Şule ile oturmuş bira eşliğinde yürüttüğümüz sohbet esnasında gelen bir telefon ile başlıyor. Arayan kişi Nezih bey idi. Telefonda uçak biletlerimizin alındığını ve hemen Slovenya için vize alıp uçağa yetişmem gerektiğini söylemekteydi. 2006 yılı Temmuz’un 17’siydi ve Slovenya biletlerimiz ise 19 Temmuz tarihli. İstanbul’a gidip vize işlemlerimi tamamlamak için sadece 1 günüm vardı.
Yetişebildiğim ilk uçakla İstanbul’a gittim. Slovenya konsolosluğu yerine ertesi sabah erken vakitte Fransız konsolosluğuna gidip kapıdaki karmaşadan sıyrılıyorum ve bahçede sıramı bekliyorum. İşin kötüsü aynı gün vizemi alıp ertesi sabaha havaalanında kuzenim Baran ve kaptanla buluşmam gerekiyor. Bahçede beklerken 4-5 gündür gelip giden fakat vize alamayan, bazen binaya bile giremeyen kişilerle karşılaşıyorum. Moral bozucu olsa da inanmak başarmanın yarısıdır diyerek keyfimi bozmuyorum.
2-3 saat sonunda içeride konsolosluk görevlisiyle karşı karşıyayım. Küçük bir sohbet sonunda öğleden sonra vizemi alabileceğimi söylediğinde derin bir nefes alıyorum. Ve tabii bu güzel haberi kutlamak için hazır Taksim’de iken biraz gezmek güzel geliyor. Öğleden sonra vizemi alıyorum ve ertesi sabah havaalanında Uli ve Baran’la buluşmak üzere son hazırlıklarımı yapıyorum.