Deli Deniz Akdeniz

Öyle oldu, böyle oldu, yağmur yağdı, fırtına çıktı, hava açtı derken sonunda açtık yelkenleri, doldurduk rüzgarla, ilerledik Akdeniz’in başlangıcına doğru.

Yola çıkmadan tam 5 gün önce Schengen vizemin süresi dolmuştu. Suç bende değil ki. Vizenin süresi bitmeden önce gittim Sete’de bulunan göçmen bürosuna. Durumumu anlattım. Tekne bekliyor dedim, yarın yola çıkacağız dedim, benim şu pasaporta bir çıkış yapın daha da gelmeyim buraya, çekip gideyim dedim. Dedim de görevli polis bir bana baktı, bir pasaportuma baktı bir de pencereden dışarıya baktı. “Bu havada gidemezsiniz bir yere, hava düzelene kadar bekleyin.” dedi.

Adam haklı beyler. Kuzeyden esen 100 km/sa hızında rüzgar var. Şakası yok bu havanın. Limanın içinde en kuytuda duran teknemiz bile hacıyatmaz gibi sallanıp durmakta. Bir de yağmur ki sorma gitsin. Görevli memura karşı boynumu büktüm, “sen öyle diyorsan öyle olsun” bakışımı fırlatıp tekneye geri döndüm. Zaten sonradan anladım ki kaptanın da pek acelesi yokmuş yola çıkmak için. Birkaç gün gecikir yola çıkarız derken bir de baktık ki 5 gün geçivermiş. Kara kara düşünerek tekrardan göçmen bürosuna uğradım. Daha kapıdan içeriye girer girmez tanınıyor olmanın verdiği keyif anlatılmaz yaşanır. Anladığım kadarıyla benim gibi böyle çatkapı gelip “tekne bekliyor binip gideceğim” diyerek elinde pasaportu çıkış işlemi yaptıran pek olmuyormuş. Bir süre bekledikten sonra görevli polisler gelmeye başladılar. Tam bu sırada kapıdan içeriye giren birisi vardı ki tavrından komiser veya benzeri bir seviyede olduğu besbelliydi. İçeri girer girmez polislerden sadece birisinin elleri yanda, çakı gibi hazır ol’a geçtiğini farkettim. Tam da böyle askerden yeni dönmüş travmatik adam tipi çiziyordu karşımda. Komiserle durumu konuşurken Türk olduğumu belirtince bir köşede bekleyen şu çakı gibi hazır ol’daki polis atladı: “Sen Türk müsün? İstersen çevirmenlik yapayım, yardımcı olayım.” dediği an Dünya’nın en mutlu insanı olmuştum. Durumum sakat, vizemin süresi beş gün geçmiş, sıradan bir Türk vatandaş olarak Fransa topraklarındayım. Gideceğim dediğim tekne 1 saat uzaktaki marinada. Kapıyı çalıp gelen bir tiplemeyim yani. Komiser elinde pasaportum, kara kara benimle ne yapacağını düşünürken aynı odada bulunan 4-5 Fransız polisinden bir tanesinin memleketli çıkma şansı benim için sayısal lotodan çok daha büyük ikramiyeydi.

Elinde pasaportumla odasına giden komiser işlemlerimi halletti. Bu seferlik hava şartları ve iyi niyetimi gördüğü için işlem yapmadığını fakat normal şartlarda ceza uygulaması gerektiğini belirtti. Ben ise derin bir nefes ve zen tadında rahatlama hissetmeye başlamıştım bile.

yelken

Hoplaya, zıplaya tekneye geri döndüm. Son hazırlıklar yapıldı. Bizi uğurlamaya gelen iki kişi de kendi içindeki büyük maceraya mütevazi bir hava katmaktaydı. İpler çözüldü, eller sallandı, yavaşça motor gücü ile marinadan çıkıldı. Uygun bir yerde dingiyi ve motorunu tekneye aldık. Yelkeni tüm heybetiyle açıp rüzgarla doldurduk ve demir aldık. Akdeniz’e açılıyorduk. Oldukça heyecanlı bir başlangıçtı.

Kuzey batı yönünden gelen şiddetli rüzgar aslında işimize yarıyordu. Yaklaşık 25-30 knot esen rüzgar sebebiyle tekne oldukça yan yatmış ve 9-11 knot hızla yol almaktaydı. Olayın başlangıcı elbet heyecanlı ve keyifli fakat açık denize ilerledikçe rüzgarın şiddeti artmakta, son bir haftadır seyreden şiddetli rüzgar ve yağmur sebebiyle kabarmış olan deniz de tekneyi ceviz kabuğu gibi savurmaktaydı. Geceye doğru rüzgar 35 knot sınırının üstüne çıkmaya başladığında yelkenleri yarıya indirdik. Suratlardan anladığım kadarıyla havanın durumunu ben dahil hiç kimse beğenmiyordu. Bütün bu savrulmalar yaşanırken anladık ki Sandrine’i ciddi anlamda deniz tutuyor. Koşar adımla kamaraya inen Sandrine’i bir süre sonra kontrol etmeye gittim. Yerde bitkin bir şekilde oturmuş, önünde duran ufak kovaya artık midesinde ne kaldıysa aktarmakla meşguldü. Tekne öylesine yan yatmış haldeydi ki ayakta durmanın pek imkanı yoktu. Hızlıca bulantı için yanımızdaki ilaçlardan verdim fakat ilerleyen vakitlerde anladığımız üzere pek işe yaramamışlardı. Sandrine ilk günden itibaren 3 gün boyunca yataktan dışarıya atım atamadı. Baş ucunda duran kova en yakın dostu haline geldi. 2. günün sonunda zorlana bir iki parça ekmek yiyebildi. 3. gün hava durgunlaşmaya, sakinleşmeye başlayınca kamarasından burnunu çıkarabilen Sandrine bana her nedense Gregor Samsa’yı hatırlattı durdu. Benim de durumum çok iyi sayılmazdı ama hem gurur yaptım hem de ikimiz de yataklara düşmeyelim diyerek kendimi zoraki motive ettim durdum. Bir kaç kez gizli gizli tuvaletle dostluk kurup içimi, sıkıntımı döktüm.

Geceleri ikişer saatlik vardiyalar halinde nöbet tutuyoruz. Herkes nöbetinde yalnız kalıyor. Dikkatli biçimde radarı ve çevreyi izlemek gece karanlıkta çok önemli. Zaman zaman haritada işaretlenmemiş fenerler, dubalar karşımıza çıkabiliyor.

Yol boyunca radardan çevre trafiği kontrol edip durduk. Kontrol ettik dediğim boş boş ekrana baktık. Bu havada hangi aklı selim insan yelken açar ki? Yelkeni boşver etrafta tek tük tankerden başka bir şey yok. Onlar da hep kıyıya yakın seyrediyor. Bizim gibi yardıranı gerçekten de yok. Bomboş koca Akdeniz’de deli deli ilerleyip duruyoruz.

Akdeniz Açıkları
Akdeniz Açıkları

3. günün sonunda hava durgunlaştı. Rüzgar dindi. Öyle ki yelkenleri kapatıp motorla yola devam ettik. Bu sefer de aşırı rüzgar sebebiyle oluşan dalgaları burundan bodoslama alıyorduk. Durum böyle olduğunda ortaya dalgadan dalgaya zıplaya zıplaya ilerleyen bir tekne çıkıyor. Her dalgada burnunu şahlandıran tekne ardından GÜMPF!!!! diyerek suya çakılıyordu. Pek konforlu bir durum olduğu söylenemezdi. Denizin üstünde hoplaya zıplaya bir gün daha geçirdik.

Cebelitarık’a varmadan bir gece önce herşey durulmuş, ne rüzgar kalmıştı ne dalga. Sakin sakin motorla ilerliyorduk. Herkesin keyfi yerinde, güzel havayı fırsat bilip duşumuzu bile yapmıştık. Sandrine ayaklandığı için bize yemek bile pişirmişti. Teknede tam bir şenlik havası vardı demeye fırsat kalmadan kıç tarafından gelen garip seslerle irkildik. Motor bölümüne inen Laurent keyifsiz bir yüz ifadesi ile geri geldi. Yakıt tankını sabit tutan bağlantı parçaları kırılmıştı. Ayrıca görünüşe göre alternatörler çalışmıyor, aküyü şarj etmiyorlardı. Planımız dümdüz yolumuza devam ederek Kanarya Adaları’na varmak iken bu saçma durum karşısında yapabileceğimiz tek şey Cebelitarık’ta duraklamak oluyor. Keyifler yine bozuluyor, rota değiştiriliyor ve hız keserek Cebelitarık’a doğru yol alınıyor.

Deli Deniz Akdeniz bize elinden gelen tüm zorlukları en sert biçimde yaşatmıştı. Böylesine bir başlangıç yapmak hele ki açık deniz tecrübesi Ege denizi ile sınırlı olan bizi oldukça zorlasa da hayallerin gerçek olabildiğini görmek tüm zorlukların üstesinden gelmemize yetecek gücü ortaya çıkartıyor.
Deniz tutan iki amatör gezgin olarak yelkenli bir tekne ile Okyanus’u geçmeyi istedik ve bunu başarmak için elimizden gelen her şeyi yapabileceğimizi de gördük.

CEVAP VER

Yorumunuz
Adınız

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.