Günlük hedefimiz Mokra Gora ya ulaşmak. Sabah 08:00 civarı güçlü bir ayazla uyanıyoruz. Çadırımız dereye yakın ve çevresinde kıştan kalma karlar olduğu için ayaz etkisini daha da arttırıyor.
Uyku tulumunun içine koymadığımız herşey nemlenmiş. Nemli eşyaları kurutmak amacıyla ağaca asıyoruz. Ayaza eşlik eden rüzgar ve önceki günün yorgunluğu moralimizi bir nebze düşürüyor. Bir an önce sıcak bir çay içip çantalarımızı toplayıp gitmeyi düşünüyoruz.
Çay için su kaynatıp bardaklara koymaya çalışırken suyu döküyorum. Sırtımdaki ağrılar, tüm gece havlayarak uykumun içine eden köpek, bir gece önce çadır için yer bulamamak, ayaz, rüzgar ve dökülen çay sinirlerimi germeye yetiyor. Güne muhteşem bir sıkıntı ile başlıyorum.
Aceleyle toparlanıp saat 10:00 civarı dün gece kapalı olan benzinliğe doğru yürümeye başlıyoruz. Içecek sıcak birşeyler alır, elimizi, yüzümüzü ve hatta birkaç parça esyamızı yıkarız düşünceleri akarken zihnimde benzinliğin kapalı kapısı ile karşılaşmak Murphy’nin çevremde dolaştığını düşündürüyor. Derin bir nefes alıyoruz. Tüm olan biteni olduğu şekliyle kabullenip gülümseyerek yürümeye başlıyoruz.
Kremna’dan itibaren ana yolu takip ediyoruz. Anayoldan yürümek son tercihimiz olsa da bölgenin dağlık ve karlı olması sebebiyle farklı bir seçeneğimiz mevcut değil. Mevsimsel olsa gerek yol boyunca pek trafikle karşılaşmıyoruz. Yürüyen gezginin mutluluk kaynağı ana yolda seyrek trafik. Yolumuz hafif eğimle yükselerek devam ediyor.
Yaklaşık iki saatlik yürüyüşün ardından Şargan‘a varıyoruz. Yolun solunda ahşaptan inşaa edilmiş yepyeni bir köy görünüyor. Turistik amaçla inşaa edilmiş bu köy aynı zamanda Şargan – Vişegrad (Bosna Hersek) arasında yolculuk eden tarihi trenin de ilk istasyonu. Mart ayı sezon dışı olduğu için tren seferi yapılmıyor. Yeni sezona hazırlık amacı ile çevrede restorasyon çalışmaları yapılıyor.
Yol kenarında ufak bir çikolata molası veriyoruz. Bu esnada şişelerimize su dolduruyoruz.
Şargan’dan itibaren yol dikleşmeye başlıyor. Yarım saatlik yürüyüş sonunda az ileride Şargan tüneli görünüyor. Tünele kadar gün boyunca yediğimiz rüzgar ve soğuk hava moralimizi düşürüyor. Tünele varmadan önce yol kenarına park etmiş Istanbul plakalı TIR’ı görünce gülümseyerek karşı kaldırıma geçiyorum. Yol üstündeki satıcılardan bal ve reçel almak için duran şoföre yaklaşıp “Buralardaki tek Türk ben değilim demek” diyerek sesleniyorum. Şoför ise şaşkınlıkla bana dönüp “Ne işin var buralarda” diye soruyor.
Kısaca hikayemizi anlatıyorum. Pek bir anlam veremiyor neden yürüdüğümüze. Ayaküstü sohbetin ardından yoluna devam ediyor.
Tünelin 100-150 mt. gerisinde ev yapımı reçel, köy balı, çorap satan köylüler mevcut. Reçelimizi alıp buz gibi akan kaynaktan şişelerimizi dolduruyor ve yürümeye devam ediyoruz.
767 mt.lik tünel normal zamanda yaya geçişine kapalı. Tünelin çevresinden dolanan yol karla kaplı ve kapalı olduğu için kafa lambamızı takıp sol kaldırımdan dikkatlice tüneli geçiyoruz. Tünel çıkışında bizi süprizler beklemekte.
Rüzgar kesiliyor, hava biraz daha ılık ve en güzeli yol aşağı doğru alçalmakta. Tüm bu güzellikler bütün günün sıkıntısını geçirmeye yetiyor. Çevrenin en yüksek noktasından muhteşem manzara eşliğinde kolayca yürümeye devam ediyoruz.
Bir saatlik yürüyüş sonrası 14:00 civarı yol kenarında çeşme ve çatısı bulunan ahşap masa ve bankla karşılaşıyoruz. Mola için güzel bir alan. Ocağımızı çıkartıp sıcak çorbanın keyfini sürüyoruz.
3 gün boyunca sol omuzumdaki beni oldukça rahatsız etmekte. Sandrine omuzuma yanında taşıdığı Tiger Balm’dan sürüyor. Hem ağrımı hafifletiyor hem de omuzumu sıcak tutuyor. Yine de bu ağrı hiç hoşuma gitmiyor. Çantamın dengesini, fazlalık olanları kontrol ediyorum ve sonunda 2,5 kg ağırlığı bulunan aptal çadırımdan ilk fırsatta kurtulmayı planlıyorum.
Molamızın ardından yola koyuluyoruz. Yol eğimini arttırarak alçalmaya devam ediyor. 16:20 civarı Mokra Gora’ya varıyoruz. Girişte yönetmen Emir Kustarica’nın “Life is a Miracle” filmi için inşaa ettiği ahşap köy Mecavnik tabelası karşılıyor. Ana yolu takip edip sağ tarafa ayrılan yokuşu tırmanarak Drvan Grad’a varıyoruz.
Çadır için uygun alan bulmak amacıyla yokuşu tırmanmaya devam ediyoruz. Az ileride ormanlık alana ilerleyen patika dikkatimizi çekiyor ve 50mt ileride ağaçların arasındaki düzlüğe çadırımızı kuruyoruz.
Ekmek almak için çevrede keşfe çıkıyorum. Mecavnik’teki gorevliden en yakın bakkalın 4km ötedeki merkezde olduğunu öğrenmek hiç hoşuma gitmiyor. Görevli gayet güleryüzle benim için restorandan pita ekmeği istiyor.
Akşam menüde şehriyeli sebze çorbası ve konserve sardalye var.