Sosyal medyada herkesin keyfi yerinde, herkes bir şeylerle uğraşıyor, kitap okuyor, ekmek yapıyor, yemek pişiriyor, yoga, spor yapıyor. Kimse içindeki sıkıntıyı dile getirmiyor. Bununla nasıl başa çıktığını anlatmıyor. Kimse “yapacağınız işi varaklayım!” diyerek isyanını dile getirmiyor. Gerçekten hepinizin keyfi yerinde mi gençler? Gerçekten coronavirüs günlerinde, yasakların arasında, dışarıda ölüm kol gezerken, keyfiniz yerinde mi? Öyle ise bunun sırrını bana da söyleyin lütfen. Günün yarısında keyfim yerinde ise diğer yarısında içim sıkılıyor. Coronavirüs günlüğü yazmamın bir amacı da içimdekileri dökmek. Yine de tek başına yeterli değil.
Yaklaşık on gündür bir şey yazmadım. Bahçenin işleri, yeni yasaklar, evin işleri, odun, soba, içimin sıkıntısı, havanın soğuması derken gündem birikti. On gün önce haftasonu yasağı Cumartesi yarım gün, Pazar ise tam gün uygulanıyordu. Nisan’ın ikinci haftası bu yasağın kapsamı genişletildi. Cuma akşam 17:00’da sokağa çıkma yasağı başlıyor ve Pazartesi sabah 05:00’a kadar devam ediyor. Diğer günler 17:00 – 05:00 arası sokağa çıkmak halen yasak. Önümüzdeki pazar günü Ortodoksların Paskalyası. En önemli dini günlerinden birisi. Normal şartlarda paskalya zamanı Pazar günü kilisede toplu ayin düzenlenir, aile büyükleri ziyaret edilir, çocuklara hediyeler verilir, yumurtalar boyanır, komşu ziyaretleri yapılırdı. Bu sene sokağa çıkma yasağı Cuma’dan Salı’ya kadar uzatıldı. Bu da demek oluyor ki haftasonu kimse bir yere çıkmayacak, kilisede ayin yapılmayacak. Devlet sert fakat gereken önlemleri alıyor. Sırbistan Coronavirüs konusunda risk alacak kadar çok nüfusa ve büyük ekonomiye sahip değil.
Kişisel izolasyonumda 1 ayı geride bıraktım. 3 haftadır köyde, bahçeyle birlikte yarı açık hapis hayatı yaşıyorum. Hava bir hafta bahar gibi açıyor, güneşli, sıcak, sonraki hafta kapatıyor. Soğuk, yağmurlu, kış gibi. Soba yakıyoruz halen. Gündüz vakti bile. Bu gece -1 diyorlar. Ektiğim tohumlar, çiçek açan ağaçlar, yeni filizlenen marullar ve halen kuluçkada yatan kumrularla birlikte her günü atlatıyoruz. Aklımızı başımızda tutmaya çalışıyoruz.
Bahçenin işleri olmasa bu süreci nasıl atlatırdım hiç fikrim yok. Her gün çapa yapayım, biraz şurayı tırmıklayım, bugün sarımsak ekeyim, şuraya da patates ekelim, saksıları getir nane, fesleğen, kedi otu ekelim diyerek günleri geçiriyorum. Her akşamüstü içime bir daralma geliyor. Ne kadar sürecek böyle, yarın bir gün coronavirüs kaptığımda ne yapacağım, kimi aramam gerekir, respiratör bulunur mu, bünyem dayanır mı gibi saçma sorularla başbaşa kalıyorum.
Bu saçma soruların arasına rutin işler serpiştirerek can sıkıntımı ertelemeye çalışıyorum. 10 gün önce ekşi maya yapmaya başladım. Ekmek meraklısı olduğumdan değil, gün içinde rutinim olsun, kafayı ona takayım, zihnim meşgul olsun diye. Çok eğlenceli işmiş, 12 saatte bir ununu yeniliyorum, arada çıkardığı kabarcıkları izliyorum. Henüz tam gücüne ulaşmadı ama ilerleme var. Yakında hazır olur.
Tüm bu yasakların, karamsarlığın arasında bol bol tohum ektim. Marul tohumları güneşe çıktılar bile. Domates, biber, patlıcan halen uykuda. Birkaç güne çıkmasını bekliyorum. Geçen gün üç tip fesleğen (İtalyan, Thai ve Tarçın), nane, kedi nanesi, yaprak soğanı ektim. Çıksınlar da etrafı biraz kokutsunlar.
Uzun lafın kısası içim daralmaya, sıkılmaya başladı artık. Bir şekilde üstesinden gelmeye çalışıyorum. Hazır bahar da gelmişken tohumlara tutunuyor, topraktan medet umuyorum. Evde canınız sıkılıyorsa, evcil hayvanınız yoksa, kafasını yiyebileceğiniz eşiniz, sevgiliniz yoksa, bir saksı, biraz toprak ve bir paket tohum alın. Bir bardak su verin ve hayatın mucizesine tanık olun.
Bu yazının sonunda, ruh halimi görselleştirmek adına, sizi Kaleetan zirvesinde Lukas Bercy ile başbaşa bırakıyorum. Önceki Coronavirüs günlüğü yazılarımı okumak isterseniz bağlantılar videonun altında.
15 Nisan 2020 – V. Radinci
Coronavirüs Günlüğü 01: Yalnız Birey, Güçlü Birey!
Coronavirüs Günlüğü 02: Beton Ormanında Sessizlik
Kimsenin keyfi yerinde, karantinası sorunsuz değil bence.(bilmemkaç metrekare arazi üzerinde özel arsası bulunan insanları hariç tutuyorum tabii)
Sen iyi olsan bile, kötü zamanlardan geçen sevdiklerin olabiliyor ve onlara yardım edememenin üzüntüsünü taşıyabiliyorsun.
Ben mesela kendimi spora,yogaya ve (mecburen) çalışmaya verdim, içim biraz sıkıldığında yoga yapıyorum, hem fiziksel olarak hem ruhen az da olsa rahatlatıyor beni. Her ne kadar işe kızıyor olsam da, kafamı dağıtmama yardımcı olacak kadar beynimi meşgul ettiği için minnettarlık da duymuyor değilim.
Ablam kendini, ufacık terasımızda, marul, maydonoz, dereotu yetiştirmeye; maya yapmaya; ekmek yapmaya verdi. Onlarla uğraşarak senin yaptığın gibi akıl sağlığını korumaya çalışıyor.
Babam ise, yakın zamanda 40 yıllık hayat arkadaşını kaybetmiş olmanın ağırlığını atlatamamışken, karantina nedeniyle, kızlarından da uzak kalarak yaşama mücadelesi veriyor. 72 yaşında olduğu için ise, her ne kadar fiziksel bir sorunu olmasa da (çok şükür) ayrı bir hapis hayatına girdi bir süre. Köyüne kendi bahçesine, ağaçlarına, arılarına, eşinin ziyaretine gidememe hali ek bir ağırlık yarattı üzerinde.
Neyse ki, babam sertifikalı bir arıcı ve tarımcı. Tarımı senelerdir; arıcılığı da birkaç senedir alaylı olarak öğrenip yapıyor olmasına rağmen, zamanında sertifika almak için de eğitimini almıştı. Şimdi bu eğitim sertifikası, istediğinde köyüne gidip, arılarına, bahçesine, zeytin, meyve ağaçlarına, eşinin mezarına kavuşmasına vesile oluyor. Kontorllü bir şekilde gidip, kendini doğa ile meşgul edebiliyor.
Biz böyleyiz işte Güneşçim 🙂
Selam ederim