Arnavutluk seyahati yürüyüşümüze Shkoder sınır kapısından başlıyoruz. Diğer sınırlardan farklı olarak burada Karadağ ve Arnavutluk ofisleri aynı binada bulunuyor. Bu sebeple aynı yerden çıkış ve giriş işlemlerimiz yapılıyor.
Sınırdan sonra ilk hedefimiz Shkoder – Tiran yol ayrımına varmak. Akşamüstü olduğu için sınırın 4 km ilerisinde çadır kurup ertesi gün yola devam ediyoruz.
Tiran’a kadar uzanan bir ana yol mevcut. Her zamanki gibi ana yolun dışında köy yollarından yürümeyi tercih ediyoruz. Haritadan anladığımız üzere bu tercih pek kolay olmayacak. Etraf dümdüz olmasına rağmen doğudan batıya uzanan nehirler ve sazlık alanlar sebebiyle tali yollar bir doğuya bir batıya dönüp duruyor.
Rotamızı Trush, Torovitce, Lezhe, Milot, Marmuras, Preze, Tiran olarak belirliyoruz.
Arnavutluk’a giriş yapar yapmaz bir ilgi bir alaka görüyoruz ki sormayın gitsin. Yoldan geçen her araba korna çalıyor, çocuklar yanımıza koşturup sorular soruyor, esnaf kahve içmeye davet ediyor.
Anladığımız üzere bu bölgeler henüz turizme açılmadığı için insanlar merak içinde buralarda neler yaptığımızı öğrenmeye çalışıyor. Ilk bakışta az biraz bunaltıcı ve korkutucu gibi görünse de bizim memleketten çok farklı halleri de yok hani. Hemen hemen her km’de duraklamak, kahve sohbeti yapmak tempomuzu yavaşlatsa da yol üstü sohbetler benim için çok değerli.
Türk olduğumu duyan herkes sevinçle Türk – Arnavut dostluğundan dem vuruyor. Diğer Balkan ülkelerinde olduğu gibi ortak tarihimizden söz açılıyor.
Arnavutluk’un en güzel yanlarından birisi de kafe-bar ve bakkal bolluğu. En küçük köyde bile birkaç dükkan ve kafe-bar bulmak mümkün. Bu sebeple çantamızı günlük alışveriş ile dolduruyor ve ağırlığımızı hafifletiyoruz.
Yolumuz Preze yakınlarına kadar neredeyse tamamen düzlük. Ana yolun dışına çıktığınız anda kendimizi toprak ve taş yollarda buluyoruz. Çoğu yol öylesine kötü ki yürümek araçla seyahat etmekten daha konforlu ve hızlı.
Vakti zamanında yapılan bu toprak yolların yenileme çalışması maalesef politik saçmalıklar yüzünden yıllardır yapılmıyormuş.
Tüm yolculuğumuz boyunca bir gece çadırda iki gece bizi davet eden bir ailenin evinde konuk oluyoruz. Her seferinde oldukça cömert hazırlanmış sofra ile karşılaşıyoruz. Sabah ayrılırken de yanımıza mutlaka yolluk birşeyler veriyorlar.
Çadırda konaklamak ise sorun yaratmıyor. Çoğu zaman yolun kenarında çalıların arkasında bulunan otlak alanlarda çadırımızı kuruyoruz. Mümkün mertebe gözlerden uzak bir yer seçmekte fayda var. Arnavutlar oldukça meraklı ve çadırı gören gelip bir hal hatır soruyor mutlaka.
Lezhe’e kadar uzanan yol iki dağ arasındaki ovadan geçiyor. Sırasıyla Trush ve Torovitce köylerinden geçiyoruz. Son derece sakin ve güzel bir doğaya sahip. Her yerde tarlalar gözüme çarpıyor.
Torovitce bir yanda oldukça fakir diğer yanda ise varlıklı aileleri barındırıyor. Bu durum da tüm Arnavutluk boyunca dikkat çekici.
Lezhe’e varmadan önce son 5-6 km boyunca ana yoldan yürümek zorunda kalıyoruz. Ana yolların kenarlarında yayalar için yapılmış ayrı bir alan mevcut değil.
Arnavutluk’ta şoförler de son derece dikkatsiz, tehlikeli, umursamaz ve hızlı araç kullanıyorlar. Aşırı dikkat göstererek bir an önce şehre varmaya çalışıyoruz.
Lezhe orta ölçekte ve gelişmiş bir şehir olarak kabul edilebilir. Hemen hemen her türlü ihtiyacı giderecek dükkanlar mevcut. Buradan internet bağlantısı için usb modem ve sim kart alıyoruz.
Lezhe’in dışına çıkar çıkmaz ağaçlık yollardan sakince yürümek biraz sakinleşmeme sebep oluyor.
Yolumuz üzerinde Tale tabelasını görünce deniz kıyısına gidip geceyi sahilde geçirmeye karar veriyoruz.
Tale daha çok yerli turiste hizmet veren henüz keşfedilmemiş bir kıyıya sahip. Geniş ve uzun plajı sezon dışı olması sebebiyle bomboş. Sahilde bulunan henüz yenileme çalışması yapılan bir kampın araç parkına çadır kurmak için izin alıyoruz. Akşam restoranda zengin deniz ürünleri ile ziyafet çekip keyif yapıyoruz.
Milot kasabasında yolun bir tarafında tarlalar diğer tarafında ise evler mevcut. Çadır kurduğumuz tarlanın sahipleri bizi görünce sohbet etmek için yanımıza uğruyorlar. Tarladan taze patates ve soğan ikram etmeyi de ihmal etmiyorlar.
Akşam yağan yoğun yağmur sebebiyle sabah çadırın bulunduğu yerde bileklerimize kadar su birikti. Sabahın 7’sinde tarla sahibi kadının bizi çağırması ile çadırdan çıkıyoruz ve yakındaki derenin taşmaya başladığını görüyoruz. Acele ile çantamızı toplayıp bizi evlerine davet ediyorlar.
Milot’tan sonra bulunan Marmuras kasaba görünümünde yolu taş, toprak bir yer. Buraya varır varmaz çok fazla ilgi ile karşılaşıyoruz. Çevredeki mahalle delikanlısı bıçkın gençler, varoş benzeri sokaklar pek tekin bir yer olmadığının göstergesi. Bütün bunların üstüne bizi yolda takip etmeye başlayan 3 genç eklenince ana yolun diğer tarafına geçmeye karar veriyoruz.
Kuzeyden güneye ilerleyen ana yolun doğusu ve batısı arasında gözle görülür bir fark var. Bunun sebebi batıda tarım arazisinin, doğu tarafta ise sanayinin bulunması olabilir.
Ana yolun batısına geçtiğimizde tekrardan sakin ve huzurlu köylerden geçmeye başlıyoruz. Bir ara yolumuzu kaybetsek de sora sora hedefimize ulaşıyoruz.
Tiran’a varmadan önceki son durağımız Preze oluyor. Tepelik alanda bulunan bu köye ulaşım bulunduğumuz yerden oldukça dik ve taşlık yoldan sağlanıyor.
Akşam için su istediğimiz aile önce bizi kahve içmeye davet ediyor ardından da bizi misafir ediyorlar.
Akşamüstü bizi köyde bulunan tepedeki kaleye götürüyorlar. Buradaki tepe her yöne hakim. Oldukça geniş bir alana sahip kaleden geçtiğimiz tüm yolları ve Tiran’ı görebiliyoruz.
Preze’den Tiran’a ulaşmak oldukça kolay. Asfalt yol dik bir eğimle şehre doğru iniyor. Ana yola çıktığınız zaman şehir merkezine ulaşmak için minibusleri kullanabilirsiniz.